Zanzibar’da en çok neye şaşırırsınız?

Yazı ve fotoğraflar: Haber.aero

Dünyanın en güzel 10 adasından birisine keşfe hazır mısınız? Turkuaz denizi, bembeyaz kumsalları, her daim var olan güneşi, el değmemiş doğası, mutedil havası, tarihi, kültürü ve yardımsever insanları… Haber.aero’nun şimdiki rotası, “Hakuna matata” yani kafana birşey takma, canını da sıkma olarak çevrilebilen yaşam felsefesine sahip insanların yaşadığı Zanzibar. Baharat turları, daracık sokakları ve Ortaçağ’dan kalma gerçeküstü pazarlarıyla sizi bambaşka dünyaya götürüyoruz.

Afrika’da Tanzanya’ya bağlı özerk bir ada olan Zanzibar seyahatimiz Türk Hava Yolları ile İstanbul’dan başlıyor. Yaklaşık 7 saatlik bir uçuştan sonra uçağımız önce Tanzanya’daki Klimanjaro Havalimanı’na iniyor. Burada 50 dakikalık kısa bir bekleyişten sonra yeniden havalanıp Zanzibar Abeid Amani Karume Havalimanı’na teker koyuyor.

THY uçağı Zanzibar’a Klimanjaro aktarmalı uçuyor.

Çok az sayıda havayolunun sefer yaptığı Zanzibar Adası’na Avrupa’dan direkt olarak sadece Türk Hava Yolları uçuyor. Havalimanından ayrılıp şehre doğru yola çıktığımızda ilk dikkatimizi çeken trafiğin soldan akması oluyor. Bunun nedeni adanın bir dönem İngiliz sömürgesi olması. Kısa bir yolculuktan sonra adanın en önemli merkezi Stone Town’da yer alan otelimize varıyoruz.

Takım adalarından oluşuyor

Zanzibar veya Zangibar, Afrika’nın güneydoğusunda yer alan Tanzanya’ya bağlı adalardan oluşuyor. Aslında Zanzibar, Unguja, Pemba, Chunga, Chumbe ve Mnemba takımadalarının ortak adı. Bu adalardan en turistik olanı Unguja günümüzde Zanzibar olarak anılıyor.

Dünyanın egzotik tatil bölgelerinden biri olan adaya yılda yaklaşık 350 bin turist geliyor. Deniz, kum, güneş üçlüsünün yanında tarih ve kültür mirasını da barındıran adada, teknoloji ve endüstri neredeyse hiç yok. Bozulmamış muhteşem doğası, oldukça çeşitli bitki örtüsü bulunan adanın geçim kaynağı turizm ve baharat.

Türkiye ile saat farklı bulunmuyor

Turkuaz denizi, pudra gibi ince beyaz kumlu sahilleri, son derece güvenli ortamıyla da hafızalara yer eden ada ile Türkiye arasında saat farkı bulunmuyor. Bu nedenle biyolojik saatinizin değişmesinden kaynaklı sorunlar yaşamıyorsunuz.

Zanzibar’da pekçok plaj yer alıyor.

Ayrıca tropikal kuşakta yer alan Zanzibar’a her mevsim gitmek mümkün. Çünkü yıllık 25-30 derece arasında, mutedil bir sıcaklık ortalamasına sahip. Yılın her ayı güzel olan Zanzibar’da mayıs ve haziran yoğun yağmurlu olarak geçiyor. Ziyaret edilebilecek en güzel aylar olarak temmuz, ağustos ile aralık ve ocak tavsiye ediliyor.

Adanın adı Farsça’dan geliyor

65 km uzunluğu ve 2 bin 461 kilometre kare yüzölçümüne sahip olan Zanzibar adası, 8’inci yüzyılda Şiraz’dan gelen İranlı göçmenler tarafından kurulmuş. Adanın adı “zencilerin sahili” anlamındaki Farsça Zangibar’dan geliyor. Zanzibar’ın nüfusu yaklaşık 1.5 milyon. Yüzde 98’i müslüman olan adada Hint, Arap ve yerel Swahili karışımı halk yaşıyor.

Zanzibar’ın adı Farsça “zencilerin sahili” anlamına gelen zangibardan geliyor.

Bir dönem Portekiz hakimiyetinde kalan ada 17’nci yüzyılda Umman Sultanlığı denetimine geçiyor. Sonraki dönemine İngiliz sömürgeciliği damga vuruyor. 1890 – 1963 yılları arasında Birleşik Krallık tarafından atanan valiler tarafından yönetilen ada, 10 Aralık 1963’te bağımsızlığını kazanıyor. 26 Nisan 1964’te ise özerk bölge olarak bir parçası olduğu Tanzanya’ya bağlanıyor.

Zanzibar’daki Stone Town’ın daracık sokakları.

İlk keşfedilecek yer Stone Town

Egemenliğinde kaldığı ülkelerin izlerini taşıyan Zanzibar’da turumuza otelimizin de yer aldığı Stone Town’dan başlıyoruz. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan eski şehir bölgesi birçok önemli eseri barındırıyor. Bunlardan en çok bilineni 80’lerin efsane İngiliz rock grubu Queen’in solisti Freddie Mercury’nin doğduğu ev.

Freddie Mercury’nin doğduğu ev butik otel olarak hizmet veriyor.

Gerçek adı Faruk Bulshara olan ünlü rock yıldızı bugün butik otel olarak hizmet veren bu evde doğmuş. Evde Mercury’nin pek izine rastlayamıyoruz, sadece birkaç fotoğrafı yer alıyor. İki katlı evde dört yatak odası bulunuyor. Her odanın bir ismi var. Ünlü yıldızın hayata merhaba dediği evde kalmak isteyenler için hizmet veriyor.

Arap döneminde kalan kale Old Fort

Mercury House’tan ayrılıp hemen yanındaki Old Fort’a geçiyoruz. Arap döneminden kalma kale oldukça otantik. Ummanlılar tarafından inşa edilen kale, 1598-1701 arasında, adayı 2 yüzyıl ellerinde bulunduran Portekizlilere karşı savunmak amacıyla inşa edilmiş.

Old Fort Kalesi’nin içi.

Kalenin burçlarına çıkıp geçmişte yaşlananları hayalimizde canlandırmaya çalışıyoruz. İçerisinde resim ve heykellerin sergilendiği kalenin ortasında bulunan alan ise dükkânlar ve festivallere ev sahipliği yapıyor.

Acayip Ev mutlaka görülmeli

Old Fort’tan ayrılıp, surlardan dikkatimizi çeken ihtişamlı yapıyı keşfetmek üzere sahile doğru iniyoruz. Yerel halkın Beit el-Ajaib yani Acayip Ev olarak adlandırdığı House of Wonders, 1883’te Zanzibar Sultanı Barghaş bin Said tarafından resmi ikâmetgah olarak inşa edilmiş. İlk kez elektrik ve asansör kullanıldığı için yerel halkın “acayip ev” olarak adlandırdığı binanın dört bir tarafı balkonla çevrili. Şehrin farklı noktalarından görülebilen saat kulesi ile harikaların evi, günümüzde sadece Zanzibar’ın değil, aynı zamanda Doğu Afrika’nın da tarihi ve kültürel gelişimini gözler önüne seriyor.

Yerel halkın Beit el-Ajaib yani Acayip Ev olarak adlandırdığı House of Wonders.

Sahil boyunca ilerleyip Saray Müzesi’ne geliyoruz. Zanzibar sultanlarının 1880-1964 yılları arasında rezidans olarak kullandıkları Beit al-Sahel, günümüzde o dönemde kullanılan eşyaların, arabaların, mobilyaların, haritaların, ticari anlaşmaların, portrelerin, saltanat tahtlarının sergilendiği müze olarak hizmet veriyor. Müze kapalı olduğu için giremiyoruz, ancak dışından bile ihtişamlı geçmişini gözler önüne seriyor.

Labirenti andıran daracık sokaklar

Saray müzesinden ayrılıp Stone Town’un daracık sokaklarına geçiş yapıyoruz. Labirenti andıran dar sokaklar, bizi kendisine çekiyor hemen. Daracık yollara sağlı sollu sıralanmış, birbirine yaslanmış, sıvaları dökük taş evler; evlerin altında sokaklara taşan ürünleriyle minik dükkânlar ve kapıların önlerine çıkarılmış tahta taburelerde koyu bir sohbete dalmış esnaf… Geçmişle bugünün adeta iç içe geçtiği sokakları gezerken kendimizi film setinde hissediyoruz.

Zanzibar oymalı kapılarıyla ünlü.

Stone Town’da dolaşırken farklı desenlerde ve simgelere sahip oymalı kapılar dikkatimizi çekiyor. Bütün bu şekil ve simgelerin farklı anlamı bulunuyor. Dikdörtgen olanlar Arap, üstü kemerli kapılar Hint evi olduğunu gösteriyor. Hint tarzı kapılardaki metal mahmuzlar, fillerin eve girmesini engellemek içinmiş. Arap kapılardaki süs ve gösteriş ise ev sahibinin zenginliğinin bir göstergesi olarak kabul ediliyormuş. Ayrıca kapılardaki işaretlerden bu evlerde oturanların hangi meslekle iştigal ettiğini de anlamak mümkün. Özellikle tüccar, balıkçı veya köle ticareti adada öne çıktığından, kapılarda bunları çağrıştıran simgelere yer verilmiş.

Ortaçağ’dan kalma pazar Darajani

Daracık sokaklarda kendimizden geçmiş olarak ilerleyip Darajani Pazarı’na ulaşıyoruz. Eski şehir bölgesinin sınırında yer alan pazar adeta Ortaçağ’dan kalma. Meyveden sebzeye, etten balığa herşey açıkta satılıyor. Özellikle et ve balıkları mekan tutmuş sineklerin, bir tezgâhtan diğerine üşüşmesi karşısında şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Pazarda tahammül sınırlarını zorlayan kötü koku ve üzerleri adeta sineklerle kaplanmış et ve balık başta olmak üzere, diğer ürünlerin satışına hiçbir şey mani değil.

Darajani pazarı mutlaka keşfedilmeli.

Meyve ve sebze pazarı ise biraz daha temiz ve kokusuz. Tropik meyveleri ve baharatların envai çeşidini burada bulmak mümkün. Darajani pazarından ayrılıp market caddesine çıkıyoruz. Burada tekstilden ahşaba her türlü hediyelik eşya ile karşılaşmak mümkün. Turistlerin gözdesi ise yerel kıyafetler oluyor.

Büyük acıların yaşandığı köle pazarı

Zanzibar denince hiç kuşusuz kölelik akla geliyor. Zanzibar’da köle ticareti 1878’de bitiyor, 1978’de ise tamamen yasaklanıyor. Köle ticaretinin merkezi konumundaki adada Slave Market yani köle pazarı ise insanlığın yaşadığı dramları hatırlama adına mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Biz de bir zamanlar büyük acıların yaşandığı eski köle pazarını merak ediyoruz.

Şimdi müze olan binanın bodrum katındaki zindanda köleler 3 gün aç ve susuz tutuluyormuş.

Girişte dikkat çeken bina bir zamanlar köle ticaretine ev sahipliği yapmış. Şimdi müze olan binanın bodrum katında ise kölelerin tutulduğu odalardan sadece iki tanesi korunmuş. Adeta köle zindanı olarak kullanılan odalarda, sadece küçük bir delik, hava alabilmeleri için bırakılmış.

Tuvalet gibi doğal ihtiyaçları karşılayacak hiçbir imkânın olmadığı daracık zindanlarda, onlarca köle 3 gün aç ve susuz tutuluyormuş. Bu kötü şartlarda sağ kalanlar dayanıklılık testini geçmiş kabul edilerek, satışa çıkarılarak, Amerika ve Avrupa’ya gönderiliyormuş. İki odadan oluşan bu alana girdiğimizde adeta nefesimiz kesiliyor, yaşananları düşünüp boğazımız düğümleniyor.

St. Anglikan Katedrali ve köle heykeller.

Eskiden köle ticareti yapılan alanda, işkenceleri sembolik olarak kapatmak için St. Anglikan Katedrali inşa edilmiş. Katedralin içi oldukça sade, pencereler renkli camlarla süslenmiş. Sergilenen küçük tahta haç ise köleliğin kalkmasında büyük emekleri olan İskoç misyoner Dr. David Livingston’un cenazesinin taşındığı ağaçlardan yapılmış.

Katedralin bahçesindeki havuzda boyunlarından birbirlerine zincirle bağlanmış 5 Afrikalı insan heykeli yer alıyor. İsveçli sanatçı Clara Sornas tarafından yontulan heykeller kölelik dönemini sembolize ediyor.

Turistik İran hamamı

İnsanlığın utanç abidesi Slave Market’te yüreğimiz, tasvirini yapamayacağımız şekilde acıyor. Karışık duygularla insanlığın pazara çıktığı mekandan ayrılıyoruz. Şimdiki durağımız geçmişten izler taşıyan bir başka yapı, İran Hamamı oluyor. Artık kullanılmayan tarihi yapıdaki ayak yıkama yerleri, masaj alanları, havuz, suyun ısıtıldığı ocak alanı gibi bölümler eski hamam kültürünü yansıtıyor. Yıkanamasak da hamamın içini ve dışını keşfedip, turumuza devam ediyoruz.

Zanzibar’da cami minaresi ve kilise kulesi yan yana görülülebiliyor.

Zanzibar’ın büyük çoğunluğu müslüman olmasına rağmen, adada sömürge döneminin etkisiyle pek çok kilise bulunuyor. Bunlardan biri olan St. Josef Katedrali, hemen yanındaki caminin minaresiyle farklı bir fotoğraf sunuyor. 1893-1898 yılları arasında inşa edilen katedral ikiz kulesiyle dikkati çekiyor.

Baharat turları ilgi görüyor

Zanzibar, deniz ve kültür turizminin yanı sıra baharat turlarıyla da ünlü. Adada baharat turu yapılan birçok çiftlik yer alıyor. Bizim tercihimiz Tangawizi Baharat Çiftliği oluyor.

Zanzibarda en çok ilgiyi bahatrat turları görüyor.

Baharat turları bir rehber eşliğinde gerçekleşiyor. Rehber baharat tedarik edilen ağaçları ve bitkileri, en doğal halleriyle tanıtıyor, tattırıyor, koklatıyor. Karanfilin, karabiberin, vanilyanın, doğal rujların nasıl bir ortamda ve ne tür ağaçlarda yetiştiğini öğrenmek, topraktan fışkıran ananasları görmek bizlere ilginç geliyor. Örneğin bu meyve aynı zamanda doğal ruj olarak da kullanılıyor.

Tur sırasında Zanzibarlı bir genç, sadece ayaklarına doladığı bir ip yardımıyla onlarca metrelik ağaca tırmanıyor. Şarkı eşliğinde gerçekleşen tırmanış ve iniş sonunda alkışı hakediyor.

Zanzibarlı genç çok kısa sürede ağacın tepesine çıkabiliyor.

Turun sonuna doğru sıcaktan bunalıyoruz ve hindistan cevizi suyu bize adeta ilaç gibi geliyor. Ardından bizler için özel olarak bitki yapraklarından örülmüş, kravat ve şapkamızı takıp, turun son noktasında, toplanma alanında yerimizi alıyoruz. Çiftlikten toplanan taze meyveler, ananas, karpuz, salatalık ikramı yapılıyor.

Aynı zamanda bu mekanda ziyaretçiler için hediyelik baharatlar satılıyor. Biraz önce en doğal hallerini ağaçlarda, bitkilerde gördüğümüz baharatların  paketlenmiş haliyle karşılaşmak ilginç geliyor. Her ziyaretçi de çiftlik ziyareti esnasında hafızasında yer eden baharatlarla ayrılmayı adeta bir görev gibi algılıyor.

Denizin ortasındaki restoran

Cennet ada Zanzibar’da son durağımız ise sıkça karşımıza çıkan fotoğrafıyla The Rock ve bulunduğu sahil oluyor. Baharat çiftliğinden çıkıp, yaklaşık 30 dakika sonra cennet koya ulaşıyoruz. Michanwi Pingwe sahilinde yer alan bu ilginç yapı sahilden az açıkta bir mercan kayası üzerine kurulmuş. Restoran olarak hizmet veren yapı bir ressamın fırçasından çıkmış gibi adeta.

The Rock, Michanwi Pingwe sahilinde yer alıyor.

Uzaktan ilgimizi çeken yapıyı yakından keşfedebilmek için onunla daha yakından buluşmaya karar veriyoruz. Kayığımıza binip kısa bir yolculuk sonrasında mercan adasına ulaşıyoruz.

Renkleri, mimarisi, merdivenleri, balkonu ve okyanus manzarası bizi büyülüyor. Dünyanın dört bir yanından gelenler The Rock’ta isterlerse karınlarını doyurabiliyor, isteyenler de okyanus manzarası eşliğinde çayını, kahvesini her türlü içeceğini yudumlayabiliyor.

Exit mobile version