“Türkiye hibrit roket motorunda dünyanın iki sene ilerisinde”

DeltaV kurucusu ve Genel Müdürü Doç. Dr. Arif Karabeyoğlu. - Fotoğraf: Haber Aero

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda Savunma Sanayi Başkanlığı şirketlerinden DeltaV’nin kurucusu ve Genel Müdürü Doç. Dr. Arif Karabeyoğlu, Türkiye’nin uzay serüveni çalışmalarında hibrit roket motoru çalışmalarıyla dünyaya bu konuda öncülük ettiğini söyledi.

Milli Uzay Programı kapsamında 2023 yılında Ay’a gönderilmesi hedeflenen insansız uzay aracında kullanılabilecek milli ve özgün hibrit roket motoru DeltaV tarafından geliştirilmekte.

DeltaV Genel Müdürü Doç. Dr. Arif Karabeyoğlu, Amerika’da 1999 yılında uzay ve havacılık şirketi Space Propulsion Group’u kurduktan sonra 2010 yılında Türkiye’ye gelerek uzay konusunda hibrit roket motoru geliştirme çalışmalarına başladığını ve bu alanda önemli mesafe kat ettiklerini belirtti.

 Daha önce dünyada denenmemiş bir roket teknoloji üzerinde çalışmalarını sürdüren Arif Karabeyoğlu “Başarıya ulaşırsak gerçekten maliyeti etkin ve uzay yarışında bildiğimiz bir teknolojik ürün elimizde olacak” dedi. Dünyada son birkaç senedir üzerinde çalışmalara başlanan hibrit roketini 2016 yılından beri geliştirdiklerini belirten Karabeyoğlu, “Hibrit roket motorlarında Türkiye dünyada herkesten en az iki sene daha ilerde” yorumunu yaptı. Dünyada uzay konusunda söz sahibi olabilmek için teknoloji satmak gerektiğine vurgu yapan Karabeyoğlu, Türkiye’nin dikkatini vermesi gerekenin ticari uzay tarafı olduğunu ifade etti.

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi ve DeltaV’nin kurucusu ve Genel Müdürü Arif Karabeyoğlu son gelişmeleri Haber Aero’ya anlattı;

 “TAI veya THY ya da yurtdışı”

Öncelikle ismim ve soyadımdan başlayayım. Dedem Arif Karabey benimle aynı adı taşıyor. Dedem Eskişehir meydanını ilk komutanıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde havacı albay ve Eskişehir’in ilk komutanı olarak vazife yapmıştır. Dolayısıyla havacılık biraz deden geliyor diyebiliriz. Ben havacılığa çok erken yaşlarda merak saldım. Yeşilköy Havalimanı ismiyle anıldığı yıllarda, 4-5 yaşlarından itibaren kendimi bildim bileli havalimanına babamla uçak seyretmeye giderdik. O zamandan beri uçakla ilgili bir şeyler yapmak istediğimi düşündüm ve uçak mühendisi olmaya karar verdim. Uçak mühendisliği okudum. Eğitimi bitirdiğimde o yıllarda Türkiye’de çok fazla bir imkân yoktu. Bir TAI (Türk Havacılık Uzay Sanayii A.Ş) vardı bir de Türk Hava Yolları (THY). Dolayısıyla bu ikisinden biri haricinde çok opsiyon olmadığı için ben direk Amerika’ya gittim. Orada master ve doktora derecelerini aldım Stanford Üniversitesi’nden. Doktora tezim konumda ortaya çıkan parafinik yakıtlarla ilgili bir teknolojiydi. Hocam dedi ki “Arif artık bu teknolojiyi geliştirelim burada. Sen gitmeden önce biz bir şirket kuralım. Biraz teknolojiyi ilerletelim öyle dönersin” dedi. Biz de o şekilde girdik bu işe. 1999 yılında Amerika’daki Space Propulsion Group’u kurduk. 2005 yılında da şirketin genel müdürü oldum. 2013 yılında Türkiye’ye dönene kadar da bu vazifeyi devam ettirdim. Yani aslına bakarsanız Amerika’da da bayağı uzun süre bu vesileyle kalmış oldum.

“Türkiye 2013’ten sonra çalışmaya uygun hale geldi”

Amerika’da iken Türkiye ile bağlantım hiç kesmedim. Her yaz geldiğimiz zaman sektörle görüşmeler yapar, Türkiye’de ne oluyor ne bitiyor şeklinde hep haber alırdım. Ama Türkiye’deki şartlar çok uygun değildi o zamanlar. Türkiye 2013 yılında biraz daha uygun bir hale geldi. Biliyorsunuz çok kuvvetli bir şekilde savunma sanayi, havacılık ve hatta uzay alanına Türkiye’nin girmesiyle bizler için daha uygun ortamlar oluştu. Ama ben farklı bir sebepten dolayı Türkiye’ye döndüm. Bir oğlum oldu 2010 yılında. Dedim ki oğlum Türkiye’de büyüsün ve Türk olsun. En azından bir süre Türkiye’de yaşasın diye düşündüm. Dolayısıyla esas dönme sebebim ailesel diyebilirim. Ama gelmişken Türkiye’nin ilerleyen savunma ve uzay sanayisinde yer almayı da çok istedim. Ve iyi kötü bir yerlere geldik. Türkiye’ye dönünce Koç Üniversitesi’nde göreve başladım. Daha sonra da DeltaV’yi kurdum. Böylece mühendislerimiz teknisyenlerimiz ve öğrencilerimizle çalışmaya devam ettik. Bugün öğrencilerimiz, yarın da bizim öğretmenlerimiz olacaklar. O kadar hızlı öğreniyorlar ki artık ilerledikleri bilgileri ile bize dersler vermeye başladılar. Dolayısıyla 100’ün üzerinde ekip arkadaşımızla DeltaV’de çalışmaya devam ediyoruz. Yani yetişen mühendisimiz mevcut.

 “Roket motorunda eski teknolojileri kullanmıyoruz”

DeltaV çok özel bir firma, çünkü bir roket motoru geliştiriyor, ama geliştirdiğimiz bu roket motoru dünyada da özgün bir roket motoru. Aslında biz Amerika’nın, Avrupa’nın 1940’larda, 50’lerde yaptığını tekrarlamıyoruz. Dünyada şu an da geliştirilmekte olan bir teknolojiyle başladık. Bu teknolojinin riskleri de var, avantajları da var. Riski nedir? Daha önce denenmemiş olması. Ama avantajları başarıya ulaşırsak gerçekten maliyeti etkin ve dünyayla yarışa girdiğimizde bildiğimiz bir teknolojik ürün elimizde olacak. Dolayısıyla bu çok heyecan verici bir durum Türkiye için. Ve şunu açıkça söyleyebilirim size hibrit roket motorlarında Türkiye dünyada herkesten en az iki sene daha ilerde. Bu da işe erken başlamamız ile alakalı bir durum. Biz Türkiye’de bu işe 2016 yılında başladık diyebiliriz. DeltaV ile 2016-2017 yılları aralığında başladık çalışmalara, ama dünyada hibrit roketlerin tekrardan ivme kazanması bundan birkaç sene sonra oldu. Dolayısıyla biz Türkiye’de birkaç sene önce bu işe başladık.

 “Hibrit motora ABD başladım, Türkiye’de geliştirdim”

Roket motoru bir itki kuvveti üreten bir motor. Arabanıza bindiğiniz zaman kuvveti nasıl üretiyorsunuz? Tekerlekler yerden kendini iterek ilerliyor. Bir uçak sistemi nasıl ilerliyor? Havayı alıyor ve havayı hızlandırarak atıyor. Ama roketler de böyle bir şansımız yok. Roketlerde çünkü temas edebileceğimiz bir yüzey ve bir hava yok. Uzayda da çalışıyorlar. Dolayısıyla siz itkiyi aslında bir kütleyi dışarı atarak, yüksek hızlarda atarak elde ediyorsunuz ve bu kütleyi de yanınızda taşımanız gerekiyor. Roketleri uçak motorlarından ayıran budur. Roketler onun için çok daha büyük olurlar. Hem oksitleyicimizi hem de yakıtımızı taşırız. Roketler de genelde biz bu kütleyi ne kadar hızlı atarsak roketin dışına o kadar verimli oluyor bu roketler. Dolayısıyla çok yüksek hızlarda bu kütleyi atabilmemiz için de yüksek sıcaklıklara çıkıyoruz. Bu yüksek sıcaklıklarda aynen arabalarda olduğu gibi yanma reaksiyonları oluyor. Nasıl arabanızın silindirinde oksitleyici hava ve yakıtınızda gazolin dediğimiz benzin türevi yakıt veya dizel ise roketler de oksitleyicimiz oksijen olabilir ve benzeri bir oksitleyici olabilir. Bunu da benzer bir yakıtla yapıyoruz. Tek farkımız oksijeni yanımızda taşıyoruz. Hibrit roketlerin diğer roketlerden farklı kılan özelliği şu. Oksitleyici ile yakıtı beraber taşıyoruz. Bunları hangi fazda beraber taşıdığımıza göre kimyasal bir roketin türü ortaya çıkıyor. Mesela ikisinide sıvı fazla taşırsak sıvı hidrojen veya sıvı oksijen beraberce sıvı yakıtlı roket diyoruz. İkisi de katı ise katı roket diyoruz. Hibritler de bir tanesi sıvı bir tane bir tanesi katı oluyor. Bizim hibritler de genelde sıvı oksijen olarak kullanılıyor. Katı da parafin bildiğimiz aslında mum türü bir yakıt kullanıyoruz. Aslında çok basit bir teknoloji diyebilirsiniz. Bizim teknolojinin farkı aslında dediğim gibi çok hızlı yanan mum bazlı bir teknoloji kullanıyoruz. Daha önceki hibrit roketler biz 1990’ların sonunda bunu keşfetme den önceki hibrit roketler polimerik malzemeleri, araba lastiği gibi malzemeleri yakıyordu. Bu malzemeler çok yavaş yanıyordu, yanma hızları düşük olduğu için enerjileri düşüktü. Biz bunu mum türü bir yakıtla yaktık ve mum tür yakıtlar diğer yakıtların 4 katı daha hızlı yanıyorlar. Bu sebepten dolayı çok daha fazla enerji üretebiliyorsunuz çok daha küçük alanlarda. Bu da bize neyi sağlıyor? Basit ve emniyetli bir teknolojiyi geliştirebilmemizi sağladı. Biz bunlara ileri hibrit roketler diyoruz. Biz bu geliştirmelere Amerika’da başlamıştık. 1990’ların sonunda, 2000’lerin ortasında devam ettik. Ama Türkiye’de de bunun daha da ileri bir versiyonunu sıfırdan ve tamamıyla özgün bir şekilde geliştirdik. Şu anda DeltaV’nin elindeki roket tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti devletini özgün ve ileri bir hibrit roket motorudur ve dünyadan da en az 2 yıl ilerdedir.

DeltaV kurucusu ve Genel Müdürü Doç. Dr. Arif Karabeyoğlu. – Fotoğraf: Haber Aero

“Roketlerde küçük değişimler büyük sonuçlara sebep olur!”

Roket motorlarında çok küçük değişiklikler yaparsanız çok büyük sonuç farkları ortaya çıkar. Yani roketlerin geliştirilmesi zordur. Roket bilimi diye şaka yaparlar bilirsiniz, çünkü bu zorluktan dolayıdır. Roketçiliği geliştirirken genelde küçük skalalarla başlarsanız, biz de öyle başladık. İlk başladığımız roketlerin çapları Türkiye de 6 santimdi. 60 milim çaplı roketler ateşliyorduk. Ama ondan bir sene sonra artık çap olarak 280 milim, 28 cm’lik roketlere çıktık. Şu anda ateşlediğimiz roketler 630 milim çapında. Yani ilk roketlerin on katı çapı. Şimdi çap olarak 10 katına çıkıyorsunuz ama bu ne demek? Roketin ağırlığı da bin katına çıkıyor. Dolayısıyla bin kat daha büyük roketleri ilk günküne göre test ettiğimiz söyleyebiliriz. Aslında DeltaV’nin başarısı budur diyebiliriz. Çünkü DeltaV bunu 4 sene içerisinde yapmayı başardı. Bunu da çok kuvvetli bir genç mühendisi ekibimizle başardık.

“Kompozit malzemeli motor geliştirdik”

Şimdi elimizde hibrit roket motoru var ama geliştirdiğimiz sadece roket motoru değil. Bu roket motorunu yanında kompozit teknolojileri de çalışıyoruz. Bu motorun dış cephesini de kompozit malzemeden yapıyoruz. Dolayısıyla kompozit bazlı bir roket teknolojisi de gelişti paralelinde. Sıvı oksijen yani kriyojenik sıcaklıklarda eksi 183 dereceden bahsediyoruz. Çok soğuk sıcaklıklarda çalışan vanalarımız var. Çok düşük sıcaklıklarda opera eden tanklarımız var. Bunların hepsi aslına bir alt teknoloji olarak DeltaV’de gelişti. Bu alt teknolojinin hepsi şu anda dünyaya pazarlayabileceğimiz ve satabileceğimiz ürünler. Hibrit roket teknolojisine gelince de hibrit roket derken sistemi bütün olarak değerlendiriyorum. Yani oksitleyici tankından, vanasından, motorun kendisine kadar olan sistemi düşünürsek biz bu sistemde neler yapabiliriz ? Bence birçok şey yapabiliriz. Mesela Dünya’dan yörüngeye faydalı yük fırlatabiliriz. İleride çok ileri zamanlarda insan da fırlatabiliriz. Bu sistemlerin en büyük özelliği emniyetli olmalarıdır. Dolayısıyla insan fırlatmak için de uygun olacaktır.

Amerika da bugün kullanılan Virgin Galactic diye bir firma var biliyorsunuz. Bunlar uzaya insanları atıyorlar turist olarak. Bu firmanın kullandığı roket bir hibrit roket. Dolayısıyla hibrit roketlerin kullanımı bu alanda başladı bile diyebiliriz. Uygulamalardan bir tanesi bu. Başka bir uygulama ise uzay içerisinde kullanılma. Bu ne demek? Siz uzaya bir faydalı yükü, bir uyduyu veya başka bir cismi yolladığınız zaman onu bir yörüngeden başka bir yörüngeye götürmeniz çok önemli. Bunu yapmak için de bu tür hibrit roketler çok avantajlı. Niye avantajlarılar dersek çünkü çok emniyetliler. Çünkü bunların patlama riskleri yok. Bakın oksitleyici ve yakıt farklı fazlarda birbirinden uzaklar. Bunlar karışmadıkça patlayamazlar. Dolayısıyla çok emniyetliler. İkinci avantajları ise maliyetleri. Benzer sıvı ve katı yakıtlı roketlere göre beşte bir ile onda bir maliyet seviyesindeler. Biz bu sistemleri uzay uygulamalarında da geliştirdiğimiz zaman dünyada pazarlığını yapabileceğimiz ürünler haline gelecekler. Bunun için çalışmalarımıza başladık. Dünyada da bunlara büyük bir ihtiyaç var. SpaceX ne yapıyor? Birçok faydalı yükü, yüzlerce uyduyu uzaya atabilecek çok büyük bir roket geliştiriyor. Şimdi biz 100 tane uyduyu uzaya fırlattığımız zaman ne olacak? Bu uyduların hepsi aynı yörüngede kalmak istemeyecekler. Bunların değişik yörüngelere gitmesi gerekecek. Bunu nasıl sağlayacaksınız? Uzay motorları ile sağlayacaksınız. Bizim şu anda  geliştirmeye başladığımız ve Ay motoru olarak da kullanmayı planladığımız motorlarla bu işi ekonomik olarak yapılabilecek. Dolayısıyla biz gerçekten düşündüğümüz projede başarılı olabilirsek dünyada ticari olarak faydalı olabilecek, dünyaya satabileceğimiz bir ürünü geliştirmiş olacağız.

“DeltaV Ay’a gidecek motoru üretecek”

Türkiye Uzay Ajansı programında Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi ilk misyonlardan bir tanesi Ay’a sert iniş. Bu da 2023 yılı içerisinde planlanıyor. DeltaV’de Ay’a bizi götürecek motoru üretecek firma olarak planlanıyor. Bizim 1,5 sene içerisinde bu motoru hazır hale getirmemiz gerekiyor. Biz bu motoru hazır hale getirdikten sonra zaten bu pazarlanabilir bir ürün haline gelmiş olacak. Dünyada gerçekten bu konuya büyük bir ilgi var. Ben 1 ay önce Dubai’de bir uzay konferansındaydım. Orada DeltaV’ye inanılmaz bir ilgi vardı. Bir sürü yabancı geldi, planlarımızı dinlediler ve teknolojiyle çok ilgilendiler. Neden ilgilendiler? Şu anda uzayda bu motorları yapan bütün firmalar eski teknolojiler üzerine çalışıyorlar ve bunların maliyetleri çok yüksek. Türkiye’nin geliştirdiği motorların en büyük avantajı maliyet etkin olmaları. Ayrıca dünyada bunun üzerine çalışan çok fazla firma yok. Dolayısıyla dünyanın çok ilgisini çekiyor. Çünkü böyle bir ürün oluştuğu zaman gerçekten özgün olacak ve dünyaya da faydalı bir ürün olacak. Çünkü çok maliyet etkin bir ürün olacak.

“Roket için sistem oluşturulması gerekiyor”

Ayrıca motorumuz hazır, tanklarımıza hazır, ama bunların bir araya getirilip uzay ortamında çalışacak bir sisteme dönüştürülmesi gerekiyor. Bizim şu anda yapmamız gereken aslında bu. Şu anda yaptığımız işlerden birisi bu sistemle ilgili yüksek riskli konuları değerlendirmek. Bu yüksek riskleri düşürmek için de faaliyetlerde bulunuyoruz. Mesela ateşleme sistemi üzerinde çok duruyoruz. Biz ne olursa olsun bu sistemi uzayda ateşlemesi gerektiğini inanıyoruz. Olması gereken de o. Ateşleme sistemi üzerinde birbirini yedekleyecek şekilde birçok çalışma yapılıyor. Benzer birçok teknoloji alanı var. Buralarda geliştirmeler devam ediyor, ilerlemeler devam ediyor. Bu konularda da aslına bakarsanız bizi dünyadan ayıran teknolojileri geliştirmeye devam ediyoruz. Teknoloji öyle bir şey ki sizin durduğunuz an sizi yakalıyorlar. Onun için bizim durmamamız lazım. Bizim yolumuza devam etmemiz lazım ve şu anda ilerideyiz. 1-2 seneyi kaybetmemek için aynı hızla yolumuza devam etmek zorundayız.

“Türkiye Uzay Ajansı çalışmaları hızlandırdı”

Türkiye’nin uzaya girişi 1990’larda oldu. Kendi uydumuzu işleterek başladık. Daha sonra kendi uydularımızı yapar olduk. Daha sonra sonda roketiyle Roketsan’ın uzaya ulaşımı gerçekleşti. Aslında uzayda hiçbir yerde değildik diyemeyiz. Çünkü epeyce bir çalışmamız var. Fakat Türkiye Uzay Ajansı’nın kurulması bunları konsolide etti, bir araya getirdi. Bir momentum sağladı. Dolayısıyla uzay ağındaki hızımızı arttırdık. Gerçek manada 2 sene sonra biz kendi motorumuzu ateşleyerek Ay’a gidebilirsek artık dünyada sayılı ülkeden biri haline geleceğiz. 1’inci lige çıkma yolunda ilerleyeceğiz. Bence 1’inci lige çıkmamız için Ay’a yumuşak inişi beklememiz gerekli. 2028 yılını yani. Ay’a yumuşak inişimizi yaptıktan sonra Ay üzerindeki aracımızı da çalıştırmak suretiyle artık Ay’da bir bilim yapmak suretiyle 1’inci lige çıkmış olacağız.

“Ay’a 2023’te sert 2028’de yumuşak ineceğiz”

Ay’a ilk misyonlar Ruslar tarafından gerçekleştiriliyor. Direk Ay’a gidip yer aracı ile Ay’ın yörüngesinin kesişmesi üzere çalışıyorlar. Dolayısıyla uzay aracını yavaşlatmak için herhangi bir çaba gerçekleşmiyor. Bu en sert iniş. Bunun ötesinde daha yumuşak inişler yapabilirsiniz. Yani Ay’a yaklaşırken yavaşlamak için bir manevra yapabilirsiniz. Ay yörüngesine girebilirsiniz ve yavaş yavaş düşebilirsiniz. İşte bizim sert iniş dediğimiz bu. Biz direk gidip çakılmayacağız. Fakat Ay yörüngesine girip yavaş yavaş kendimizi mümkün olduğu kadar yavaşlatarak ineceğiz. Hatta bizim motorumuz Ay’ın yörüngesine girdikten sonra da ateşleyecek ve uzay aracımızı yavaşlatacak. Yani sert inişin hızını azaltacak. Dolayısıyla sert inişimiz bu demek. Yumuşak inişe geçersek de yumuşak inişte uzay aracıyla Ay yüzeyinin birbirine olan hızları artık metre bölü saniyeleri inmek zorunda .Çünkü daha ötesindeki hızlarda çarpışma yaptığınız zaman uzay aracınızda kırılma gerçekleşiyor. Bu kırılmayı önüne geçmek için artık uzay aracını tamamıyla hızını neredeyse 0 indiriyorsunuz. Aynı Apollo programında olduğu gibi uzay aracı Ay yüzeyine çok yumuşak bir şekilde temas ediyor ve artık oraya iniş yapmış oluyor. Bu inişten sonra da ne yapıyorsunuz? Ay’da yapacağınız bilimi ve teknolojik misyonları ortaya koyuyorsunuz. İşte biz de o bilimi yapacağımız zaman 2028’de yıllarda çok büyük bir ilerleme kat etmiş olacağız. Tabii 2023’ü de bu arada unutmamak lazım. Şu manada unutmamak lazım. 2023 misyonu 2028 önünü açacak bir misyon. Orada geliştirilecek teknolojiler Ay ile ilgili öğreneceğimiz her bilgi aslında bizim için çok çok önemli olacak. Mühendislerimiz yapacağı tasarımlarda geliştirmeler de 2023’te öğrendiğimiz her şeyi 2028 misyonunda kullanacak. Dolayısıyla 2023 çok çok önemli bir basamak. Eğer biz 2023’e sert inişi yapmadan yumuşak iniş yolunda ilerleseydik çok realistik bir program olmazdı. Ama biz çok gerçekçi bir programla önce sert inişi planladık. Daha sonra yumuşak iniş yapacağız dedik.

“Ay’a 3 günde Mars’a 9 ayda gidebiliriz”

İnsanlığın uzaya gitmesi çok çok kritik. Kendi stratejik istikbali açısından çok önemli. Bakın dünyada bugün bütün ülkeler, bütün uzay ülkeleri diyelim artık Ay’da bir varlık göstermeye çalışıyorlar. Ay şu anda herkesin hedef tahtasında. Neden? Sebebi şu Ay gerçekten ulaşılması kolay bir yer. 3 günlük bir yolculukla bugün biz Ay’a gidebiliriz. Mars ise öyle değil. Bizim Mars’a bugün gitmemiz 9 ay sürüyor. Dolayısıyla biz Mars’a belki 30-40-50 sene boyunca insanlı uçuşu yapamayacağız benim şahsi kanaatim. Ama Ay önümüzdeki 5-10 sene içerisinde insanlı uçuşlarla buraya ulaşmamız mümkün olacak. Biliyorsunuz Amerika’nın bir Artemis programı var. Rus ve Çin’in ayrı bir program var. Avrupa başka şeyler düşünüyor. Dolayısıyla Ay ile ilgili programlar inanılmaz derecede önem kazanmış durumda. Biz ülke olarak Ay’da yerimizi almamız lazım. Onun için bizim uzay programımızda ki bu Ay misyonu çok çok önemli bir misyon.

“Uzay 2030’da bir trilyonluk Pazar olacak”

Türkiye şu ana kadar uzay alanında birçok çalışma yaptı. Gerçekten de önemli başarılar elde etti demek kesinlikle yanlış olmayacaktır. Bundan sonra Türkiye’nin belki dikkatini vermesi gereken şey ticari uzay tarafı. Biliyorsunuz uzay sektörü şu anda dünyada inanılmaz derecede hızlı büyüyen bir sektör ve 2030’lu yıllarda 1 trilyon dolar seviyesine ulaşacağı düşünülüyor. Bu büyük pastadan Türkiye’de kendi payını alması gerekir diye düşünüyorum. Bunun alabilmesi için de şu lazım. Artık özgün ve dünyayla rekabet edebilecek teknoloji alanlarına ve ürünleri geliştiriyor olmamız gerekiyor. Yani başkalarının 20-30 sene önce yaptığı şeyleri hatta 10 sene öncesi yaptığı şeyleri tekrardan geliştirmek değil, dünyada ihtiyaçları neredeyse oralara girip oralarda aslına bakarsanız ürünleri aklıselimle geliştirip dünyadan iki adım öne geçmek bence çok çok kritik. Bence biz şu anda ülke olarak uzayda vites değiştirdik ve vites arttırmamız gerekiyor.

 “Türkiye’de uzay ve havacılık eğitimi iyi”

Türkiye’de lisans seviyesinde mühendislik eğitimi benim alanım olduğu için söyleyeyim oldukça ileri olduğunu düşünüyorum. Çok iyi mühendislik eğitim veren üniversitelerimiz var. Ben kendimden örnek vereyim. İTÜ’de mezun olduğum zaman İTÜ Uçak ve Uzay Mühendisliği’nden 1991 yılında Amerika’ya Stanford’a mastera gittiğimde hiçbir eksiğim yoktu. Bugün yetişen arkadaşlarımız, gençlerimiz benden de iyi yetişiyorlar. Çünkü biz çok iyi teori aldık ama onlar aynı zamanda pratik yönde de eğitim alıyorlar. Dolayısıyla üniversite alanında ben kuvvetli olduğumuza hala inanıyorum. Uzay sektörü dediğimiz zaman olay sadece uzay mühendisliği değil. İşin içerisinde elektronik mühendisliği var, tıp var, fizik var. Bunların hepsinin harmanlanması gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye’de bu alt anabilim dallarının hepsi aslında sağlam bir şekilde mevcut. Türkiye’de eksik olan Uzay projeleriydi. Bu konularda faaliyet gösteren firma veya kurumlarda ilgili projeler üzerinde çalışarak kendilerini geliştirebilirler. Türkiye’de eksik olan buydu. Bu projeler olmadığı için gençlerimiz çok iyi yetişiyordu, ama kariyerlerinde ilerleyemiyorlardı. Şu anda o durumda değiliz. Türkiye’de uzay alanında da savunma sanayi sektöründe de önemli projeler mevcut. Dolayısıyla bu projelerin sürdürülebilir bir şekilde devam etmesi birinci derecede önemli. İnsan yetişmesi açısından bu projeler üniversitelerden bile önemli. Bu tür projelerin devam etmesi gerekir. Çünkü eğitimin ilk kısmı üniversitede olsa bile devamı ve daha da önemli kısmı şirketlerde ve kurumlarda bu projelerin içerisinde gerçekleşiyor. Bu yetişen gençlerimizi ülkede tutabilmek, bunların üretici olmalarını devam ettirebilmek amacıyla bu projeleri sürekli yenileyerek devam ettirmemiz gerekiyor.

“Bu taraf eksi 183 diğer taraf 3500 sıcaklıkta”

Projelerde yurtdışına bağlı olduğumuz kalemler var. Alüminyumun özel alaşımları gibi ama Türkiye’de de ileri malzemeler konusunda ben oldukça önemli çalışmalar olduğunu görüyorum. Bu gerek TÜBİTAK’ta MAM içerisinde gerek özel kurumlarda gerçekleşiyor ve çok hızlı ilerlediğini görüyorum. Temel bilimler derken tabii aslına bakarsanız matematik, kimya, fizik bu tür konularda da çok çok önemli. Buralarda da aslında eksiklerimiz olabilir ama yetişmiş insan gücümüz aslında bilhassa kimya ve fizik alanında bizi desteklediğini ve büyük faydalar ürettiklerini de görüyoruz. Buralarda da çok büyük faydalar elde edebiliyoruz. Roket ve motor geliştirilmesinde en önemli konulardan bir tanesi bizim roketlerimizden örnek vermek gerekirse. Enjektörümüzün bir tarafı eksi 183 derece öbür tarafta 3500 kelvin. En yüksek sıcaklıklara yakınız. Hatta yakıtın içine metalik malzemeler koyduğumuz zaman 4000 kelvinlere çıkıyoruz. Dolayısıyla şu kadarcık mesafe içerisinde eksi 183 dereceden, 4000 kelvin çıktığımızı düşünürseniz buna dayanacak malzemeleri bulmanız çok kritik oluyor. Bizim DeltaV’de ki felsefemiz burada çok pahalı ve zor malzemelere gitmek istemiyoruz. Kolay temin edilebilir ve maliyet etkin malzemelerle bu problemleri çözmek istiyoruz ve şu ana kadar başarılı olduk. Çok pahalı nikel alaşımları biliyorsunuz uçak motorlarında kullanılır. Bizim motorlarımızda yok. Biz nikel alaşımları neredeyse kullanmıyoruz diyebiliriz. Biz çok daha basit malzemelerle bu işleri çözebiliyoruz. Bunu iç balistik tasarımlarla veya doğru malzeme seçimleriyle yapabiliyorsunuz. Ama ne yaparsanız yapın bir noktada tıkanabiliyorsunuz. Burada malzeme bilimi çok çok kritik oluyor ve biliyorsunuz uçak motorları da böyledir, roket motorları da aynı şekilde malzemeyi bildiğiniz kadar roket yapabilirsiniz.

“Uzayda iki tane dev var; ABD ve Rusya”

Ben uzayda 1’inci ligi şöyle değerlendiriyorum; Aslında uzayda 2 tane dev var. Amerika ve Rusya. Şimdi 2’inci ya da 3’üncü bir dev ortaya çıkıyor bu da Çin. Çin tamamıyla kendi başına yapıyor her şeyi. Şu anda çok da açık değil yaptığı her şey. Ama yapılanlar gördüğümüz kadarıyla Amerika ve Rusya’nın yaptığına çok yaklaştı. Dolayısıyla aslına bakarsanız uzay 3 başlı diyebiliriz. Onun altındaki herkes bana sorarsanız uzayın daha ziyade 2’inci liginde. Avrupa’da olabilir. Avrupa’da da çok büyük başarılar var ama insanlı uzay uçuşları yapabilmiş değil. Mesela bakarsanız Avrupa henüz Mars’a iniş yapabilmiş değil. Sağlam bir şekilde Rover ile beraber inmiş değil. Dolayısıyla Avrupa’nın nispeten daha geri olduğunu söyleyebiliriz. Hindistan hızlıca gelmesine rağmen nispeten geri. Japonya keza öyle. Dolayısıyla 2’inci ligi oluşturan ülkeler bunlar diyebiliriz. Bunun altında 3’üncü lig ülkeler var. Türkiye olarak biz buradayız benim kanımca. Ama biz buradan 2’inci lige çıkma şansına sahibiz. Bunu nasıl başarabiliriz? Ticari uzay trenini yakalamamız lazım. Bakın eğer bu işin sonunda biz para kazanamazsak, uzaydan bu çalışmaları sürdüremeyiz. Hani devletin beslemesi ile bu iş yürümez. Onun için bizim dünyaya satabileceğimiz ürünlerimizin olması gerekiyor. Dolayısıyla bunları yapabilmek için aslına bakarsanız bütün programlarımızı buna göre ayarlamamız gerekiyor.

“Uzayda başarılı olmak için teknoloji geliştirmemiz şart”

Uzay alanı çok enternasyonal bir alan. Birçok ülkenin beraber çalışabildiği bir alan. Yani savunma sanayi gibi değil. Dolayısıyla uzay konusunda ortak proje yapmak bir yanlış değil. Türkiye’nin ileri olduğu teknolojilerde Türkiye masaya teknolojilerini koyar, başka ülkeler başka teknoloji koyar ve bunların hepsinin bir araya gelmesiyle çok güzel uzay misyonları, programları ortaya çıkabilir. Diğer ülkelerle de beraber çalışmak mümkün. Bunların kurgulanması bence uzayda çok önemli. Ama bunu yaparken bizim her zaman için masaya koyabileceğimiz teknolojiler olması lazım. Masaya paramızı koyup, biz bu işin içindeyiz demeyeceğiz. Bunu yapmak yerine bizim de bu teknolojimiz var, bu programda bu teknolojilerin, bu ürünlerin kullanılmasını istiyoruz diyeceğiz. O zaman biz gerçek manada uzayda söz sahibi ve başarılı bir ülke haline gelmiş olacağız.

 

Exit mobile version