• Hakkımızda
  • İletişim
  • Uçuş Bilgileri
  • Fırsatlar
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
23 Aralık 2025
  • Ana Sayfa
  • Havacılık
  • Turizm
  • Seyahat
  • Savunma
  • Uzay
  • Özel Röportajlar
  • Teknoloji
  • Fırsatlar
  • Yazarlar
    • Cem Polatoğlu
    • Kaan Yıldızgöz
    • Güntay Şimşek
    • K. Hakan Çelikoğlu
  • ENGLISH
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
  • Ana Sayfa
  • Havacılık
  • Turizm
  • Seyahat
  • Savunma
  • Uzay
  • Özel Röportajlar
  • Teknoloji
  • Fırsatlar
  • Yazarlar
    • Cem Polatoğlu
    • Kaan Yıldızgöz
    • Güntay Şimşek
    • K. Hakan Çelikoğlu
  • ENGLISH
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
Ana Sayfa Özel Röportajlar

Recai Çakır: “Paranı kaybet, itibarını kaybetme”

23-12-2025 12:45
0
Recai Çakır: “Paranı kaybet, itibarını kaybetme”

Foto: Haber Aero

PaylaşPaylaşPaylaşPaylaşPaylaşPaylaş

Güneydoğu Anadolu’nun Kilis şehrinde başlayan yolculuğu, İstanbul’a yaptığı erken yaşta seyahatlerle şekillenen bir hayat hikayesine dönüştü. Dünya çapında 90’dan fazla ülkeyi gezen ve deneyimlerini hem iş hem de kültürel açıdan değerlendiren Recai Çakır, Türkiye’nin turizm ve iş dünyasında önemli bir isim olarak öne çıkıyor.

Çalışkanlığı ve azmi sayesinde genç yaşta İstanbul’da otelcilik ve sarraflık deneyimi kazanan Recai Çakır’ın, iş hayatına dair önemli deneyim ve birikimleri de var. Turizmci, iş insanı, motivasyon konuşmacısı ve yazar olan Çakır, ‘Paranı kaybet, itibarını kaybetme’ sözleriyle hayata bakış açısını, yaşamın derin anlamlarını ve seyahatlerini Haber Aero’ya anlattı.

  • Yolculuklarınız nasıl başladı? Hayata yolculuğunuz nasıl şekillendi? Kilis’ten başlayıp İstanbul’a uzanan, ardından dünyaya açılan bu yolculuk ne zaman başladı?

Aslında yolculuklarım çok küçük yaşlarda başladı. Babam şofördü. İstanbul işi çıktığı zaman kırmızı bir Chevrolet aracımız vardı. Ben de şoförlüğü o araçta öğrendim. İstanbul’a giderken beni hep yanında götürürdü. İlk seyahatlerim bu yüzden çok eğlenceliydi; birlikte geze geze giderdik. İstanbul’da akrabalarımız vardı, beni onların yanına bırakırdı. Böylece seyahatlerim beş yaşında başlamış oldu. O zamanlar Anadolu’da güçlü bir kaplıca kültürü vardı. Bulunduğumuz bölgede çadır kurar, kaplıcalara giderdik. Bu kaplıcalar Adıyaman ve Kilis’e yakındı. Daha sonra Ankara’ya yakın kaplıcalara da gittiğimizi hatırlıyorum. Hafta sonları ise en büyük eğlencemiz mangal yapıp pikniğe gitmekti. Güzel restoranlar vardı ama çok fakir bir aile olduğumuz için oralara gidemezdik. Gençlik yıllarıma geldiğimde babam artık emekli olmuştu ve bir anlamda hazır yiyen bir dönemdeydi. Benim de gençliğimin en hareketli zamanlarıydı. O sıralar 17 yaşındaydım ve bir dershaneye yazılmam gerekiyordu. Babamın bir arkadaşının İstanbul’da bir oteli vardı. Babam bana, “Sana iyi bir yer buldum. Otelde kalırsın, yiyip içersin, arada onlara yardım edersin, onlar da sana harçlık verir. Okula gidip gelirsin,” dedi. Oraya birlikte gittik, abim beni otele teslim etti. İçeri girdiğimizde lobide Abdurrahman abiyi gördük. Elini öptüm. Saat on civarında bir garson beni çağırdı; papyonlu, barmen gibi biriydi. Abdurrahman abi, “Bu benim yeğenim, bunu kasiyer olarak yetiştir. Sana yardımcı olacak,” dedi. O dönem haziran ayıydı. Okulu kazanamamıştım, dershaneler temmuz-eylül arasında açılıyordu. Ben otelde üç ay boyunca neredeyse dışarı çıkamadım. Gündüz 12 saat, gece 12 saat çalışıyordum. Gece saat iki gibi Unkapanı’na, Eminönü’ne giderdim. O kısıtlı dönem böyle geçti. Okullar açılınca dershaneye gitmeye başladım. Abdurrahman hocaya gidip, “Hocam benim gündüze geçmem lazım,” dedim. O da bana, “Tamam evladım, gece 12, gündüz 12 çalışırsın,” dedi. Kursa ne zaman gideceğimi, ne zaman uyuyacağımı hiç sormadı. İşte o zaman şunu hissetmeye başladım: Ben bir işçiydim. İşçi gibi çalışıyor, asgari ücret kazanıyordum. Gerçi maaşımı iki katına çıkarıyordum ama yine de bu gerçeği değiştirmiyordu. Daha sonra üniversiteyi kazandım ve memleketime geri döndüm. Gaziantep’te makine bölümünü kazandım. Hafta sonlarımı ailemle geçiriyordum. Babam bir gün bana, “Araba alalım, birlikte çalışalım,” dedi. Bir Murat 124 aldık. Hafta içi babam, hafta sonları ben çalışıyordum. Seyahat anlamında temelim asıl o dönemde oluştu. O arabayla yaklaşık 250 bin kilometre yol yaptım. Hafta sonları çalışarak Türkiye’nin neredeyse her yerine arabayla gitmeye başladım. Üniversite yıllarım Gaziantep’te geçti ve bu dönem hem çalışarak hem gezerek dolu dolu yaşandı. Askerlik dönemimde önce dört ay İzmir’de asteğmenlik yaptım. Daha sonra Mardin’de 16 ay jandarma olarak askerlik görevimi tamamladım. Askerlik sonrası artık yeni bir sayfa açmak istiyordum. Abimle birlikte İstanbul’da iş yapmak istedim. Abim o dönemde İstanbul’da sarraflık yapıyordu.

  • Siz mi vesile oldunuz işleri İstanbul’a taşımasına?

Ben bir dönem yanlarına çırak olarak girdim. Üniversiteden geldiğimde babam bana, “İstanbul’a gitme, Bursa’da Orhan abimizin açtığı Tofaş fabrikası var” dedi. Kendisi, daha sonraki yıllarda turizme girmeme de vesile olan kişidir. Aynı zamanda kendisini çok severim; önder, duayen bir isimdir. Benim için gerçek bir rol model olmuştur. Bana bir iş ayarlamıştı. Maaşı, eski sıfırlar atılmadan önce, 7 bin Türk lirasıydı. Orada şoförlük yapıyordum; abinin yanında getir-götür işlerine bakıyordum. Bu sayede maaşımı ikiye, hatta üçe katlayabiliyordum. Bir süre sonra abimin yanına, İstanbul’a gitmek istedim. Hep şöyle düşündüm: “Boğulacaksak büyük denizde boğulalım.” Bu düşünceyle abimi ikna etmeye çalıştım ve sonunda onu ikna ettim. İstanbul’a geldik. İstanbul’da sarraflıkla başladık. İki yıl sonra, Turgut Özal’ın turizme verdiği teşvikler özellikle özel tedbirlerle sağlanan destekler benim için yeni bir kapı açtı. Aslında kafamda hep güneyde bir şeyler yapmak vardı. 1986 yılında nasip oldu. Arsayı aldım ve bir otel yapımına başladık. Kadıköy bölgesindeki ilk otelimizi hayata geçirdik. O dönem 28 yaşındaydım.

Foto: Haber Aero
  • Otel açmaya karar verdiğinizde birikimi nereden, nasıl ağladınız?

Tamamen sarraflık yaparak ve Kapalıçarşı’daki borsada çalışarak birikim yaptık. Döviz ve altının serbest bırakıldığı dönemde, altın alıp Kapalıçarşı’da işlemler yapıyorduk. Bazen tek seferde birkaç yüz kilo altınla işlem yaptığımız olurdu. Tabii bu altınların hiçbiri bizim değildi. Hepsi esnaftan topladığımız, Anadolu’dan gelenlerden aldığımız altınlardı. Bu altınları alır, ziynet lira, tam altın, yarım altın ve çeyrek altın hâline getirirdik. Aynı zamanda Anadolu’dan çok fazla döviz gelirdi; yoğun şekilde döviz işlemleri yapardık. Kapalıçarşı’dan pek çok ihracatçı döviz alırdı, biz de onlara satardık. Bu şekilde para kazanmaya başladık. Ben her zaman altın ve döviz ticaretinin ekonomiye katkısı olduğunu düşünmüşümdür. Ancak bir noktada, “Ben ülkeme döviz getiren işler yapmalıyım” diye düşündüm. Bu düşünceyle turizme atılmaya karar verdim ve turizm işine başladım. Bir süre sonra turizm de bana yetmedi. 1990’lı yıllarda tekstil sektörü çok popülerdi. Çankırı Organize Sanayi Bölgesi’nde bir tekstil fabrikası kurdum. Bunu bir arkadaşımızla birlikte yaptık. Biz işe başladığımızda, ilk yıl otelimiz Körfez Savaşı’na denk geldi. Ardından 1994 yılında, tam teşvik alacağız diye düşünürken 1994 krizini yaşadık. Bir gecede paramız pul oldu; 7 bin dolar bir anda 47 bin dolar oldu. Buna benzer birçok durum yaşadık. 1997–1998 Asya ve Rusya krizleri geldi, ardından deprem krizleri yaşandı. 2001 yılında ise malum büyük krizin ayak sesleri duyulmaya başladı. Her krizde, yüzde yüzde küçülmek zorunda kaldık. Bir dönem 10 şirketim oldu. 1.500 çalışanım vardı. Yıllık 15 milyon dolar döviz getiren bir şirketler grubunun başındaydım. Ancak yaşanan her krizde, Acarkent’teki 1.000 metrekarelik evimi satmak zorunda kaldım. Arabamı satmak zorunda kaldığımız krizleri de yaşadık. Buna rağmen çok şükür hiçbir çekimiz ya da senedimiz yazılmadan, bütün borçlarımızı ödedik. Babamızın bize söylediği bir söz bizim için her zaman çok önemliydi. Babamızın bize verdiği bir ahlak vardı: “Paranı kaybet, itibarını kaybetme.”

  • Babanızın size bu öğüt günümüz iş insanları için geçerli değil mi?

Kesinlikle gerekli… Çünkü itibarınızı kaybederseniz kimse size güvenmez. Düzgün çalışmak zorundasınız. Şu anda kimse kimseye güvenmiyor. Açıkçası insanlar da bu konuda haklı. Ben bir günde 200 kilo altını alıp satıyordum. Senet yok, sepet yoktu. Kapalıçarşı’da alıyorduk, veriyorduk. Akşam olduğunda hesabımıza yazıyorduk; ne kazandıysak kasamızı kapatıp gidiyorduk. Şimdi ise insanlar aldıkları parayı bile saymadan, karşı taraf parayı ya da malı vermiyor. Büyük bir güvensizlik söz konusu. Zaten artık itibar kayboldu. Her şey şu anda itibarla ilgili ama itibar kayboldu, güven kayboldu. Türkiye’de şu anda en büyük problemimiz ahlak bozukluğu. Ahlak gittikçe dip yaptı, inançlar bitti. Eskiden, çocukluk yıllarımızda kapıda arabamız dururdu. Bizim orada durumu kötü olan 3–4 insan vardı. Her akşam ne yemeğimiz varsa birbirimize verirdik. Arabamıza, evimize bir şey olmazdı. Şimdi ise arabayı çalıp götürüyorlar.

  • Genç yaşta İstanbul’da otelde çalışmış olmanız size nasıl bir tecrübe kazandırdı?

Bahsettiğimiz otelde ben 12 ay kaldım. O bir yıl süresince çalışmanın ne kadar zor olduğunu öğrendim. Ben günde 12 saat çalışıyordum; 8 saat değil, 12 saat. Asgari ücretle çalışıyordum. Haftada bir gün, Allah’tan izin kullanıyordum. O dönem Dolmabahçe Stadı vardı, maç izlemeye giderdim. Biz yan yana, kol kola girer; birbirimize güzel sloganlar atardık. Kavga gürültü olmazdı. İyi futbol, iyi mücadele olduğunda hep birlikte alkışlardık. Şimdi ise insanlar en ufak sebepten birbirlerini öldürüyorlar. Açıkçası ben de bunu anlayamıyorum. Futbol bu, alt tarafı bir maç. Sonuçta bence iyi oynayanı tebrik edip alkışlamak gerekiyor. Ben iyi bir Fenerbahçeliyim. 1996’da Ali Şen abimin zamanında kulübe üye olmuştum. Şunu demeye çalışıyorum: Spor, insanları birleştiren çok önemli bir şeydir. Ama ahlaklı spor yapmak gerekiyor. Kendini yere atan, sportmenlik dışı davranan birçok sporcu var. Ahlak o kadar kötü bir hâle geldi ki, bunun sonucu her yere yansıyor. Herkes kapısının önünü süpürürse, hiçbir yerde sorun kalmaz. Spor aslında insanları birleştiren çok önemli bir unsurdur. Yetişen insanlar geliyor, görüyorsunuz. Ahlaklı spor yapmak gerekiyor. Yaratıp sonra yok sayanlar da var. Sıfır varsa, hakem kart vermek zorunda; o da aynı şey. Yani ahlak o kadar bozuldu ki, her yere yansıyor. Bu sadece bugün için de geçerli değil. Dolayısıyla bizim ülke olarak en büyük problemimiz bu. Her şeyimiz var, inanılmaz zenginiz ama yokluk çekiyoruz. Yazık; kaynaklar israf ediliyor, yanlış kullanılıyor. Belli bir kesim mutlu, geri kalan büyük bir kesim mutsuz. Gelirin büyük bir kısmını yüzde 15’lik küçük bir kesim alıyor. Geri kalan yüzde 85’lik kesim ise şu anda çok zor durumda. Dünyada da aynı şeyler geçerli. Varlıklı ve zengin ülkeler çok az sayıda ama dünyanın tamamını yönetiyorlar. Dolayısıyla dünyayı da düzeltmek lazım. Bununla ilgili ikinci kitabımı yazdım.

  • “Zor Değil” kitabınızı yazmaya ne sebep oldu?

Evet, Zor Değil benim ilk kitabım. Aslında zor bir kitap değil; daha çok gençlere yönelik, motivasyon ağırlıklı bir çalışma. Kendi hayatımı anlattım, yaşadıklarımdan örnekler verdim. Kitap 11’inci baskıya ulaştı ve çok iyi bir ivme kazandı. Bu kitabın gelirlerini Bodrum Engelliler Sağlık Vakfı’na bağışladım. Benim için bu kitap aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesiydi. İkinci kitabım ise Mutlu Türkiye Zor Değil. Yakın zamanda, inşallah onu da yayımlayacağız. Bu kitapta başarılı bir ülke için gerekli olan gerçek 8 temel maddeyi ele alıyorum. Bunların başında; yasama, yürütme ve yargının kuvvetler ayrılığı prensibi çerçevesinde, siyasetin günlük gündeminden arındırılmış şekilde çalışması geliyor. Ayrıca iktidara gelen her yönetimin, ülke insanının gerçekten ihtiyacı olan temel konulara odaklanması gerektiğini savunuyorum. Bunlar; eşit eğitim, eşit sağlık, eşit altyapı ve özellikle askerlik ile güvenlik sisteminin adil ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bunun yanında, bölgelere göre kalkınmışlık farklarını gözeten farklı vergi oranları, farklı asgari ücret uygulamaları ve tüm Türkiye’nin aynı anda gelişmesini sağlayacak ekonomik modellerin hayata geçirilmesi gerektiğini anlatıyorum. Bugün İstanbul, Türkiye ihracatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor. 17 milyon insanla adeta boğulmuş durumda. Bu nedenle göçü tersine çevirmek, kalkınmayı Anadolu’ya yaymak ve Türkiye’nin ekonomisini ülkenin tamamına dağıtmak zorundayız. Amacımız, bu düşünceleri okuyucularımıza ve dinleyicilerimize ulaştırmak.

  • İlk yurt dışı seyahatinizi ne zaman yaptınız?

Kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum. Kilis gibi küçük bir şehirden çıkıp İstanbul’a geldim. O dönem Türkiye’de 67 vilayet vardı; bunların yaklaşık 50’sini gezmiştim. Bugün 81 vilayet varsa, herhalde 70’ini görmüşümdür. Gezmediğim bölge neredeyse kalmadı. Kuyumculuk yaptığımız dönemlerde; hurda toplardık, döviz alırdık. O vesileyle Türkiye’yi karış karış keşfetme imkânım oldu. Her köyün, her bölgenin ayrı bir potansiyeli, ayrı bir imkânı olduğunu gördüm. Yurt dışındaki ilk seyahatim ise 1985 yılında İsviçre’ye oldu. Bugün büyük bir holdingin patronu olan çok sevdiğim bir arkadaşımla Kapalıçarşı’dan birlikte yola çıktık. O da ben de yeni evliydik. Arabayla çıktık ve toplamda 5 ülke dolaştık. Kurban Bayramı dönemiydi, 9 günlük tatilimiz vardı. Çok net hatırlıyorum; oğlumu anneannesine kapıdan bırakıp yola çıkmıştık. Oldukça maceralı bir yolculuktu ve beni çok etkilemişti. 1985 yılıydı, artık para kazanmaya başlamıştım. Yugoslavya’ya geçtik; o zaman ülke henüz dağılmamıştı. Belgrad’da bir otelde oturup kahve içmiştik. Daha sonra Ljubljana bölgesine geçtik; bugün orası Sırbistan sınırları içinde kalıyor. Ormanların içinde, çok güzel bungalov evlerde kaldık. Bir gece masraflar düşük olsun diye iki oda tutmak yerine 1+1 bir yer tuttuk. “Nasıl olsa ayrı oda var” diye düşündük; birimiz salonda, birimiz odada kalacaktı. Tabii o zaman da arkadaşım şanslıydı, o odada kaldı. Sabah yüzmeye gittik, bisiklete binen insanları gördüm. O an içimden şunu geçirdim:

“Bir gün ben de böyle bir tatil köyü yapacağım ve bu tatil köyü deniz kenarında olacak.” Eşim başta olmak üzere arkadaşlarım bana güldüler. 1985 yılında Türkiye’de 5 yıldızlı otel sayısı çok azdı; Hilton, Sheraton, Carlton gibi birkaç meşhur otel vardı. Ben ise soyadım Çakır olduğu için otelin adını “Chackton” koyacağımı söylüyordum, bununla dalga geçiyorlardı. Ama Allah nasip etti. Bir yıl sonra arsanın alımını yaptım. Bir yıl sonra da Kadıkale’deki ilk otelin inşaatına başladık. 1989 yılında ise ilk tesisimi açtım.

  • Yurt dışı denince hayalinizde neler canlanıyordu, ilk yabancı ülke deneyiminizde sizi en çok neler şaşırttı?

Yurt dışına çıktığımda beni en çok etkileyen şey temizlik oldu. Yanımızda fıstık vardı, yolculuk sırasında yerken kabuklarını alıp kenara atıyordum. Bir anda etrafa baktım; her yer o kadar temizdi ki, attığım kabukları yerden alıp alma isteği duydum. O an gerçekten çok şaşırmıştım.

Bir iş için Zürih’e gitmiştim. Arabayla ilerlerken tüm araçların sol şeritte gittiğini fark ettik. Biz de Türk usulü düşündük; “Neden herkes sol şeritte, sağ şerit boş, oradan gidelim” dedik. Sonradan anladık ki, araçlar çıkacakları yola daha 3 kilometre önceden sol şeride geçiyormuş. Biz ise sağdan gitmeye devam ettik.

Trafik dâhil her şey son derece düzenliydi. Korna çalma alışkanlığı neredeyse hiç yoktu. Bizde yolda her şeye korna basılır ama orada öyle bir kültür yok. Her şey çok sistemliydi; medeni, yeşil, insanların mutlu olduğu bir yerdi benim için.

Daha sonra fabrika kurma aşamasında yaptığım seyahatlerde Japonya ve Almanya’daki makine gruplarını görmek için Japonya’ya gittim. Osaka’nın yaklaşık 100 kilometre dışında bir bölgeye gideceğim söylenmişti. Oraya vardığımda çok etkilendim. İnsanlar son derece saygılıydı, inanılmaz derecede temizlerdi ve birbirlerine olan saygılarını asla kaybetmiyorlardı.

Mesela taksilere bindiğinizde şunu fark ediyorsunuz: Arabaların çoğu siyah. “Beyaz renk kir göstermez” denir ama orada bütün taksiler siyah olmasına rağmen pırıl pırıl. Şoförlerin ellerinde dantelli, bembeyaz eldivenler vardı. Koltuk kılıfları bembeyazdı, en ufak bir kir yoktu. O dönem taksilerde kapıyı açmak için bir kol vardı; şoför kapıyı açar, siz binerdiniz, paranızı öderdiniz, sizi götürürdü. Şoförler o beyaz eldivenleriyle hizmet verirdi. Bugün tabii elektronik sistemler çıktı ama o zaman bu detaylar beni çok etkilemişti. Binalara bakıyorsunuz; her yer ışıl ışıl. Her şey işliyor, her şey çalışıyor. Daha sonra Hong Kong’a gittim. Orası gerçekten arı gibi çalışıyordu. O zaman şunu anladım: Çin mi Hong Kong’u yönetiyor, Hong Kong mu Çin’i yönetiyor? Çin’in Hong Kong’u 100 yıllığına kiralamasının süresi dolduktan sonra, Hong Kong’taki sistemi diğer şehirlerine de yaymaya başladılar. Çok kâr elde edince bu modeli tüm ülkeye uyguladılar. Yaklaşık 90 ülke gezdim. Bunların içinde beni en çok etkileyen yerlerden biri Çin Seddi oldu. 14 bin kilometrelik bir yapıdan bahsediyoruz, düşünebiliyor musunuz? Üstelik bu yapı, Çinliler tarafından Türklerden korunmak amacıyla yaptırılmış. Yanılmıyorsam 1993 ya da 1995 yılıydı; Yasak Şehir’e de girmiştik. O deneyim de benim için çok özeldi.

  • İş seyahatlerinizi planlarken gideceğiniz yeri önceden araştırır mısınız, yoksa vardığınızda keşfetmeyi mi seversiniz?

Genelde seyahatlerimizi çok önceden planlarız. Amerika Seyahat Acenteleri Birliği’ne üyeliğimiz vardı. Bir grup arkadaş olarak; bazen 3 aile, bazen 4 ya da 5 aile, kongre dönemlerinde bir haftalık seyahatlere çıkardık. Mesela Karayipler’de cruise yaptık. O zamanlar Love Boat/Aşk Gemisi çok meşhurdu. Bu tür gemilerde seyahat etme şansım oldu. Gerçek kaptanlarla, gerçek garsonlarla tanışıyorsunuz; adeta bir filmin içindeymiş gibi hissediyorsunuz. Her akşam saat 11’de gemi demir alıyor. Sabah uyandığınızda ya başka bir yerde uyanıyorsunuz ya da bambaşka bir limana demir atmış oluyorsunuz. Her gün gemide gazete çıkıyordu; gittiğiniz her yerde farklı bir gazeteyle gündemi takip edebiliyordunuz. San Francisco depreminin olduğu dönemdi. Arkadaşlarımızdan birinin Amerika’da oğlu vardı. Bir adada durup telefon trafiği yapmıştık. O adada helikopter turu yaptık, scuba diving deneyimi yaşadık. Neredeyse bütün “ilk”lerimi bu seyahatte yaşadım. Bazı yerlerde katamaranı ilk kez orada gördüm. Hollanda ve Fransa sınırında bir bölge vardı; yarısı Hollanda, yarısı Fransa. Bir tarafta Fransızca konuşulurken, sınırı geçince Flemenkçe konuşuluyordu. Çok ilginç deneyimler yaşadım. Korsan teknesine de bindim; orada gerçek olmayan, tamamen eğlence amaçlı nikâh kıyılıyor. Oldukça eğlenceli bir programdı. Avrupa’nın neredeyse %90’ını gezmişimdir ve bunların büyük bir kısmı iş seyahatleridir. Genellikle kongre ve fuarlar için gittim. Otel pazarlaması adına mümkün olan tüm fuarlara ve açılışlara katılmaya çalışıyoruz. Yaklaşık 40 ülkeyi eşimle birlikte gezdim; geri kalan ülkeleri ise daha çok ticari seyahatler kapsamında değerlendirebilirsiniz.

  • Seyahatlerinizde en fazla ilginizi çeken ne oluyor? Doğa mı, şehir mi, kültür mü?

Tarih dersleri hep ezbere dayalı olduğu için ben tarih okumakta zorlandım. Fakat geometriden hep 100 alırdım. Hatta lise 1’de sınıfta kaldım. Tarihi okurken hep bize ezbere dayattılar; halbuki hikâye gibi anlatsalar çok daha anlaşılır olurdu. Fatih’in İstanbul’a ne zaman girdiği ne zaman çıktığı gibi detaylar o kadar önemli değildi; bize hikâyeyi anlatmadılar.

Fakat buraları gezdikçe çok farklı bir bakış açısı kazandım. Viyana sınırlarına kadar gitmek, Ortadoğu’daki Osmanlı devletinden kalan minareler ve yapıları görmek insanı etkiliyor. Netice itibarıyla doğa da benim için çok önemliydi. Kaymaya giderdik; Fransa ve İsviçre’ye seyahat ederdik. Doğayla iç içe olup, kendinizi yukarıdan aşağıya doğru bırakmayı hep çok sevmişimdir. Aynı zamanda sporu da çok seven biriyim. Veteran masa tenisi ve basketbol takımlarında oynuyorum. Kültür turları benim için ayrıca çok önemlidir. Bir yere giderken, o şehri ve ülkeyi gezmeden önce mutlaka “Nereye gitmem gerekir?” diye araştırma yaparım. Doğayla baş başa kalmayı çok severim. Gözümle görmeyi ve yerinde keşfetmeyi önemsiyorum. Gittiğim ülkelerde kültür turları benim için vazgeçilmezdir. Yola çıkmadan önce mutlaka o ülkenin tarihini, kültürünü ve kitaplarını incelerim. Zamanım varsa, mutlaka görülmesi gereken 10 yeri belirler ve hepsini sırasıyla gezmeye çalışırım. Zaman zaman pazar günleri, özellikle boş olduğumda kiliseye giderim. İnsanlar aynı Tanrı’ya inanıyor; sadece mekânlar farklı. Kültür dediğimiz şey de zaten budur: Her toplum kendi kültürünü yaşar ve yaşatır. Buna saygı duymak gerekir. Bu seyahatlerimde çok güzel anılar biriktirdim. Dünyanın her yerinde insan aslında insandır. Ama bazı ülkelerde yaşam şartları sizi derinden etkiliyor. Örneğin, bir dönem Kazakistan’a yatırım için gitmiştim. O zamanlar aylık maaş sadece 15 dolardı. Marketler çok büyük ama raflar bomboştu; sadece et, balık ve süt vardı. Bundan yaklaşık bir ay önce Amerika’da büyük bir kongreye katıldık. 7.000 kişinin geldiği, dünyanın her yerinden profesyonellerin bulunduğu bir organizasyondu. Oteller, yemekler ve sunumlar inanılmazdı. Dev tencerelerde yemekler bitmiyor, jumbo karidesler buzlar üzerinde sergileniyordu. Oradaki insanlar 1.200–1.500 dolar maaş alıyordu. Bizde ise o dönem maaşlar 150 dolardı. Bu iki tablo arasındaki fark beni çok etkiledi. Hepimiz insanız ama sistemi doğru kurmadığınızda sonuç bambaşka oluyor. İşte bu fark beni kitap yazmaya itti. Mutlu Türkiye ve Mutlu Dünya Zor Değil kitapları böyle ortaya çıktı. Devamı da gelecek, inşallah.

  • İlk uçak yolculuğunuzu hatırlıyor musunuz?

Evet, Gaziantep’ten İstanbul’a uçmuştum. 19–20 yaşlarındaydım. Üniversiteyi bitirmiştim ve Antep’te sarraflık yapıyordum, fakat İstanbul’a gelmem gerekiyordu. Uçak havalanırken çok etkilenmiştim. O an Hazerfen Ahmet Çelebi’yi hatırladım. Bulutların üzerine çıkmak bambaşka bir duyguydu.

  • İsviçre’ye ilk kez kara yoluyla seyahat etmenizin özel bir nedeni var mıydı?

İlk yurt dışı seyahatim İsviçre’ye karayoluyla oldu. Aynı yıl içinde gerçekleşti. O dönemde finans kuruluşlarıyla iş görüşmeleri yapıyordum. Ardından Japonya, Çin, Amerika ve Avrupa’ya seyahat ettim. Bu coğrafyaların her biri bana çok şey kattı. Afrika’da Mısır’ı görme şansım oldu. Güneydoğu Asya’da Vietnam ve Kamboçya taraflarına gidebildim. Güney Amerika’da ise Brezilya ve Meksika eksik kaldı. İnşallah nasip olursa onları da gezmeyi planlıyorum.

  • Spor hayatınızda ne kadar önemli bir yer tutuyor?

Kesinlikle çok önemli. Her sabah yaklaşık 35 dakika jimnastik yaparım. Bel fıtığım var ama ameliyat olmadım. Yıllar önce Mısır’da bir gemide masa tenisi oynarken disk kayması yaşadım ve 8 ay korse kullandım. O günden beri düzenli spor yapıyorum. Bel fıtığı ameliyatını hiç düşünmedim, yaşadığım sürece olmasın istedim. Basketbol oynuyorum. 67 yaşındayım ama kendimi 45 gibi hissediyorum. Bence insanın üç yaşı vardır: Birincisi nüfus cüzdanındaki yaş, ikincisi dışarıdan görünen yaş, üçüncüsü ise hissettiğiniz yaş. Asıl yaş, hissettiğiniz yaştır.

  • 40’tan fazla ülkeye özel olarak gittiğinizi söylediniz. Seyahatleriniz iş hayatınızı nasıl etkiledi?

Tekstil sektöründeyken sık sık yurt dışı fuarlarına giderdim. Bu sadece iplik almak için değil, vitrinleri incelemek için de olurdu. Hangi makineyle üretim yapılmış, hangi teknik kullanılmış; bunları gözlemler, fotoğraflar çeker ve ekibime anlatırdım. Amerika’da Las Vegas’ta 16–17 büyük otel vardır. Oteller birbirine bağlıdır; altında dev alışveriş merkezleri ve fuar alanları bulunur. Ben sabah çıkar, akşama kadar otelleri gezer, yeni açılan otellerin resepsiyonlarına uğrar, oda fiyatlarını sorar ve sistemi incelerdim. Dubai’ye ilk gidişim 1997’deydi. Burj Al Arab Yelken Otel beni çok etkiledi. Hizmet anlayışı, mimari cesaret ve misafir deneyimi bambaşkaydı. Ama hiçbir zaman kopyalamadım. Esinlenmek başka, taklit etmek başka. Taklit, emeğe saygısızlıktır.

Edindiğim tecrübelerle otelimizi doğayla uyumlu tasarladık. Çatılar bahçe oldu, yapılar birbirinin manzarasını kesmedi. 12 ay açık olan otelimizde spor ve sağlıklı yaşam odaklı programlar uyguluyoruz. Diyet, kilo kontrolü, spor ve wellness programlarımız mevcut. 8 yıldır Bodrum’da yaşıyorum. Oğlum Dubai’de yaşıyor; ona sevgilerimi sunuyorum. Kızım ise çok iyi bir YouTuber ve kendi alanında İstanbul’da faaliyet gösteriyor.

  • Kızınız babasından destek görüyor mu?

Kızım sosyal medyaya benden önce başladı, ben ise ondan sonra başladım. Başlarda o bana destek verdi. Bodrum’da Meşealtı adında bir restoranımız var; 25 program yaptık orada. Ünlü sanatçıların hepsini davet ettim. Dans ediyoruz, şarkı söylüyoruz, 5 dakika sonra önlüklerimizi giyip masada yemeğimizi yapıyoruz. Bu videolar YouTube’da çok az izleniyordu. Genç bir arkadaşım vardı, ismi Ferhat. Ona sordum: “Neden bu kadar az izleniyor?” Ferhat, “Kısa videolar daha çok izleniyor” dedi. Biz de dediğini yaptık. Harley motorlarına olan merakımı konu alan bir video çektik. İlgi çekti ve çok izlendi. 65 yaşına yaklaşırken hayatımı dörde bölmeye karar verdim: %25 çalışma, %25 aile ve sevdikler, %25 kendim ve hobilerim, %25 topluma fayda ve yardım. Bu denge insanı mutlu ediyor. Bununla ilgili bir video çektik ve çok izlendi. 65–70 milyon izlenen videolarımız oldu. İnsanlara yardımcı olmayı ve bir şeyler öğretmeyi çok seviyorum. Bunu yapmaya devam ettikçe halkımızdan ve insanlardan güzel geri dönüşler aldık. Yayın evleri de teveccüh gösterdi; kitaplarımız satmaya devam etti. Güzel bir şeyler olsun diye yardımcı olmayı severim. Kendimizi yenilemek zorundayız.

  • Havayolu tercih ederken, şirket ve sınıf tercihini neye göre planlıyorsunuz?

Hayatımızda telefon ve uygulamalar sayesinde her şey çok kolaylaştı. Gideceğim ülke için araştırma yapıyorum; hangi ülkenin hava yolu daha iyi, hangi otel benim için daha uygun, ulaşım ve koltuk tercihlerim ne olmalı, her şeyi önceden planlayabiliyorum. Genelde normal koltuk alıyorum ama sağ olsun firmalar uzun yolculuklarda business class’a yükseltiyor. 1–2 saatlik yolculuklar için business class’a gerek yok, ama uzun yolculuklarda yükseltmek gerçekten önemli.

  • Gittiğiniz ülkelerde yiyecek ve içecek konusunda tercihiniz neler oluyor?

Genelde gittiğimiz ülkelerde bana hep, “Abi şurada güzel bir Türk restoranı var, seni oraya götürelim,” diyorlar. Ben ise hayır diyorum; burada gurme denilebilecek ve o ülkenin şehrinin tadını alabileceğim kültürel ve kaliteli lezzetleri tercih etmeye özen gösteriyorum. Özellikle İtalya, İspanya ve Çin yemeklerini çok tercih ediyorum. Ayrıca en iyi yemeklerin nerede yenebileceğine de dikkat ediyorum. Dolu yerleri tercih etmeye çalışıyorum. İnsanlara tavsiyem, mutlaka dolu mekanları tercih etsinler; çünkü yoğunluk genellikle lezzetin ve kalitenin göstergesidir.

  • Valizinizi kim hazırlar?

Valizimi her zaman kendim hazırlamaya özen gösteririm. Çünkü neyin olup olmadığı yurt dışında gerçekten önemli. Kaç gün kalacağım da önemli; ona göre eşya sayısı artabilir veya azalabilir. 2–3 günlük seyahatlerde küçük valiz tercih etmeye çalışıyorum. Normal kıyafetleri götürmeye dikkat ediyorum. 5–10 gün ve daha uzun olan seyahatlerde ise orta boy valizimi götürmeye özen gösteriyorum.

  • Sizce Türkiye turizm alanında nereden nereye geldi?

Eski dönemlerden bugünü değerlendirdiğimizde, muazzam bir büyüme kaydettiğimizi söyleyebilirim. Her yıl yaklaşık %15 büyüdüğümüzü düşünüyorum. Ancak özellikle 2015’ten sonra yaşanan olaylar turizmi çok kötü etkiledi. Çok büyük sıkıntılar yaşandı. Genel olarak 9. sıradaydık. 3–5 yıl içinde 6. sıraya çıktık ve hâlâ 6. sıradayız. Diğer ülkelerle yaşanan sıkıntılar da bizi çok geriye düşürdü. Yapılan ihracatlar da bize ciddi sorunlar yaşattı. Dışarıya seyahat ettiğimiz zaman, o ülkelerle iyi geçinmek zorundayız; yoksa her alanda engelleniyorsunuz. İyi geçinmek önemli bir şarttır. Eğer yazın 100 otel açıksa, 97’si kışın Bodrum’da kapatıyor. Ülkeler arası ilişkiler iyi olursa 100 milyar Euro hayal değil görüşünü savunuyorum. Kapadokya’ya insanlar 2000 yıl önceki ilk ibadethaneleri görmeye geliyorlar. Yapmamız gereken çok şey var; doğru politikalarla birinci olmamız çok mümkün. Doğru planlama ve şehircilik çok önemli. Özellikle yurt dışıyla aramızdaki farklardan birisi de budur diye düşünüyorum. Bacasız sanayiye değer vermemiz gerekiyor. Eğitim ve ara eleman yetiştirme problemleri de hâlâ mevcut. Eğitim kalitemizi Türkiye’de artırmamız, profesörlerin ve hocaların geri dönmesi çok önemli. Önce ülkemize, ülkemizde yaşayanlara yatırım yapılmalı. Herkese eşit ekonomik özgürlük sağlanmalı. Şu anda eşitsizlik ciddi bir sorun. Bu gelecek için, çocuklarımız ve torunlarımızın geleceği için ülkenin mutlaka bir konsensüse ihtiyacı var. Muhalefetiyle, iktidarıyla geçmişten ders alarak bir yol izlememiz gerekiyor. Liyakat esas alınmalı. Hepimiz bunun farkındayız. Dolayısıyla turizmdeki etkilenmeler, bacasız sanayiye ve doğru altyapıya bağlıdır. Türkiye’nin tüm 7 bölgesini ben 14 bölgeye böldüm. Her bölgenin kendi portresine göre teşvikler verilmeli. Bölgelere göre asgari ücret, vergi oranları ve ekonomik planlama yapılmalı. Asgari ücret değiştirmek mümkün değil ama bölgeler arası yaşam maliyetleri dikkate alınmalı. Anadolu’da bazı yerlerde insanlar düşük ücretle geçinmeye çalışıyor; ev kiraları ve yaşam giderleri çok yüksek. Bu yüzden ciddi bir geri dönüşüm ve planlama gerekiyor. Şu anda halkın bir kısmı fakirleşti. Eldeki potansiyeli kullanarak yeni projeler geliştirmemiz gerekiyor. İnşallah bir yükseliş dönemine gireriz. Herkes “bu ülke zor” diyor, ama bana göre Türkiye dünyanın en güzel ülkelerinden biri. Japonya’da yaşamak isterdim mesela; onların ahlakını, temizliğini ve çalışkanlığını alıp Türkiye’de görmek isterdim. İnşallah biz de bu değerleri yeniden tesis ederiz. Eğitim çok önemli; özellikle bunu vurguluyorum. Türkiye’nin çok büyük bir potansiyeli var ve bunu ortaya çıkarmamız gerekiyor. Peki biz neden krizleri hızlı aşıyoruz? Bir veya iki yıl zorlanıyoruz ama sonra tekrar toparlanıyoruz. Çünkü insan kaynağımız güçlü ve nüfusumuz çok genç. Başka ülkelerde krizler bu kadar kolay aşılmıyor; çünkü onlar zaten ulaşabilecekleri noktaya gelmiş durumdalar. Biz hâlâ büyüyecek alanlara sahibiz. Daha çok tren yoluna ihtiyacımız var, daha çok hava yoluna ihtiyacımız var. Örneğin Bodrum’da kışın havalimanının kapalı olması, başta Türk Hava Yolları olmak üzere diğer şirketlerin yurtdışı seferlerinin olmaması bana çok garip geliyor. Bodrum gibi bir yerde uluslararası havalimanının kışın kapalı olması anlaşılır gibi değil. Devlet gerekirse biraz zarar yazsın ama Almanya’dan, Kazakistan’dan, Moskova’dan veya Berlin’den uçuşlar sağlansın. Böylece oteller açılmaya başlar ve turizm canlanır. Türkiye’de kültür, tarih ve gastronomi var; her şey mevcut. Üzülüyorum çünkü potansiyelimiz var ama doğru yönetemiyoruz. Bazı lokasyonlara çok az uçuş var. Marmaris gibi yerler hak ettiği ilgiyi görmüyor. Umarım sesimiz bir yerlere gider ve buradan bir mesaj alınır.

  • Sanatçı tarafınız ve vakıflar yararına düzenlediğiniz konserler hakkında neler söylemek istersiniz?

Yaklaşık 16 konser yaptık. Bu konserleri Türk Eğitim Vakfı, Mehmetçik Vakfı, LÖSEV, Tohum Otizm Vakfı, TOÇEV ve Bodrum Engelliler Sağlık Vakfı gibi birçok vakıf yararına düzenledik. Bir grup iş insanından oluşuyoruz. Bu iş tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Ben de grubun başkanlığını yapmaya çalışıyorum. Bize eşlik eden sanatçılar hiçbir ücret talep etmiyor. Yaklaşık 34 kişilik bir koro var. İki sesli ve üç sesli eserler söylüyoruz. Gerçekten çok güzel konserler veriyoruz. O gece hangi vakıf için konser düzenlendiyse, gelirin tamamı doğrudan oraya bağışlanıyor. Böylece eğitim ve ihtiyaç sahiplerine yönelik destek sağlıyoruz. Türkiye Alzheimer Vakfı için de konserler yaptık. İhtiyaç sahibi ve sahipsiz Alzheimer hastalarına destek olduk. Bu projelerde yer almaktan büyük mutluluk duyuyorum.

 

Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.

Bildirimleri kapat
Önceki yazı

Kanada’nın ilk ATR-72-600’ünü teslim aldı

Sonraki yazı

Pegasus, Chelsea’nin resmi sponsoru oldu

İlgiliYazılar

İçerik Yok
Sonraki yazı
Pegasus, Chelsea’nin resmi sponsoru oldu

Pegasus, Chelsea’nin resmi sponsoru oldu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SÜRMANŞET

THY Temmuz’da çift haneli büyüdü

THY’den Afrika’da yeni nokta: Akra aktarmalı Monrovia

22/12/2025
Türkiye, 300 metre uzunluğunda uçak gemisi inşa edecek

Türkiye, 300 metre uzunluğunda uçak gemisi inşa edecek

21/12/2025
F-35 filosu büyüyor: 296 uçak için anlaşma yapıldı

Milli Savunma Bakanı Güler: Önceliğimiz F-35’lerde olacak

21/12/2025
Milas-Bodrum, AJet’in üçüncü merkezi olacak

AJet’in 3. merkezi Milas-Bodrum Havalimanı olacak

20/12/2025

Öne Çıkanlar

İsrail Savunma Bakanı: Gazze’den tamamen çekilme olmayacak!

İsrail Savunma Bakanı: Gazze’den tamamen çekilme olmayacak!

23/12/2025
Meksika’ya ilk Cessna SkyCourier teslim edildi

Meksika’ya ilk Cessna SkyCourier teslim edildi

23/12/2025
İspanya’dan C295 hamlesi: 18 uçaklık sipariş

İspanya’dan C295 hamlesi: 18 uçaklık sipariş

23/12/2025
Gulf Air, TYH ile yeni Avrupa rotalarına uçacak

Gulf Air, TYH ile yeni Avrupa rotalarına uçacak

23/12/2025
Havacılık, Savunma, Uzay ve Teknoloji Haberleri

Haber.aero haber içerikleri (fotoğraf, yazı, video) kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, içeriklerin tamamı kullanılamaz.  Kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.

  • Künye
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Uçuş Bilgileri
  • Gizlilik Politikası

Copyright ©️ 2021- Tüm haklar saklıdır. HTS İletişim A.Ş. Türkiye'nin Havacılık, Turizm ve Savunma Sitesi

Sonuç yok
Tüm sonuçları görüntüle
  • Ana Sayfa
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Havacılık
  • Turizm
  • Seyahat
  • Savunma
  • Uzay
  • Özel Röportajlar
  • Teknoloji
  • Yazarlar
    • Cem Polatoğlu
    • Güntay Şimşek
    • K. Hakan Çelikoğlu
    • Kaan Yıldızgöz
    • Alper Eliçin
    • Prof. Dr. Fahrettin Öztürk
    • Editör
    • Bir Görüş
  • English
  • Fırsatlar
  • Gizlilik Politikası
  • Künye

Copyright ©️ 2021- Tüm haklar saklıdır. HTS İletişim A.Ş. Türkiye'nin Havacılık, Turizm ve Savunma Sitesi

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Create New Account!

Fill the forms bellow to register

All fields are required. Log In

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist